Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Takvimlerden haberin yok mu -3-

Çin Seddi’nin kuzeyinden Anadolu’ya gelene kadar Türkçe birçok süreç geçirmiş, pek çok farklı dilden etkilenmiştir. Bu etkilenme başka hiçbir millete nasip olmayacak genişliktedir. Diğer dillere bakıldığında neredeyse saf olmaları onların dezavantajlarınadır. Kendi alanım olan Malzeme Biliminden örnekle tek tip bir malzeme birçok iyi özelliği bir arada barındırmaz. Saflık her zaman iyi değildir. Daha çok özellik için kompozitleştirmeye ya da katkılandırılmaya gidilir. Dil Kurumundan önceki dilimiz de böyleydi.

Takvimlerden haberin yok mu? -2-

Jül Sezar’ın MÖ 46da yürürlüğe giren her dört yılda bir artık yıl hesabına dayalı 365 günlük takvim sistemini birkaç değişikliğin ardından bugün – istisnaları saymazsak- modern dünyanın tüm ülkeleri kullanıyor. Jülyen Takviminden önce Roma’da 304 günün 10 aya taksimine dayalı bir takvim kullanılıyordu. Aylar Mart'tan başlıyordu ve ilk 4 ay, Romalıların –sümme haşa- 4 tanrısına ithafen isimlendirilmişti: Martius yani Mart ayı, Marsa; Aprilis yani Nisan ayı, Afrodit’e (Venüs’e); Maius yani Mayıs ayı Maia’ya; Junius yani Haziran ayı da Juno’ya. Bundan sonraki aylar 5'inci, 6'ncı, 7'nci, 8'inci, 9’uncu ve 10'uncu ay olarak isimlendirilmiş: Quintilis (Temmuz), Sextilis (Ağustos), September (Eylül), October (Ekim), November (Kasım) ve December (Aralık)…

Takvimlerden Haberin Yok Mu?

Televizyon Kanalının birinde spiker halka soruyor: “Bir yıl kaç gün kaç saattir?”. O gün o saatte o bölgeden tesadüfen geçen kişilere sorulan sorudan Türkiye’nin bilgi düzeyi ortaya çıkıyor (!). Durum kritik! Bilemeyenlerin suratına tükürülmüyor tabi ama kişi, kamu âleme rezil ediliyor: “Falanca da cüheladanmış”. Ekranları başında bu kahkaha tufanına (!) katılamayanlar için ekranın altında ipucu olarak “365 gün 6 saat” yazılıyor. Ne yazık ki, çokbilmişlere hitap eden bu programın verdiği spoiler doğru değil. Çünkü “1 yıl, 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye” [1] . “Ne gereği var efendim bu kadar teferruata” demeyin a dostlar, çünkü gözden kaçan küçük bir ayrıntı bazen tüm insanlığın kaderini etkileyebiliyor.

Avrupa Diye Bir Kıta Var mıdır?

Üniversite yıllarımda kütüphanede gezerken bir kitap ilişmişti gözüme: Gençlere Avrupa Tarihi (Jacques Le Goff / L’europe racontée aux jeunes/ Yapı Kredi Yayınları). Tarihi sevdiğimden midir yoksa Avrupa’ya olan merakımdan mıdır? Hemen alıp okumuştum. Kitabı ilk elime aldığımda “Avrupa Tarihi hakkında fikir edinirim” demiştim. Ancak kitap “Avrupa” hakkında bir fikir elde etmemi sağladı. Avrupa, ulaşılması gereken bir kızıl elma, Türkiye’de yaşayanlar için. Yıllar yılı okullarda ve çeşitli basın organları vasıtasıyla Avrupa’nın güzellikleri bizlere anlatıldı: Gerek kanunları bakımından gerek hayat standartları bakımından ulaşılması gereken bir zirve olarak gösterildi. Avrupa, -Ekonomik Krize kadar- Türk’ün gözünde bir dünya cennetiydi. Devlet de okullarda, televizyonlarda bu dilberi ütopyalaştırarak topluma pompaladı.

Eğitim sistemi üzerine öneriler

Hepimiz biliyoruz ki okulda öğretilen derslerin günlük yaşantıyla pek bir alakası yok. Bu durumun savunmasını yapanlar fen bilimlerinin, edebiyatın, sözel ilimlerin önemini vurgulayarak bunların öğretilmesinin kişinin mesleğinin temelini oluşturacağını söylerler. Eğer tezlerinde samimilerse bu tezlerine katkı sağlayacağıma inandığım bir takım önerilerim var: “Eskiden medreselerde tıbba giriş dersi okutulurdu (mesela İbn Nefis’in bir kitabı) sonra arzu eden (beğenenler, başarılılar) tıbba devam ederlerdi, arzu eden normal ilimlere devam ederdi”. [1]

Savaşlar Kolay Kazanılmıyor

B ir savaşı kim kazanır? Sayıca üstün olan taraf mı? Hayır. Öyle olsaydı Çin’in tarihte yedi iklimde hâkimiyeti olurdu. Ama kendi doğal sınırlarını azıcık aşabilmesi için 20. yüzyıla kadar bekledi. Teknolojik üstünlüğü olan taraf mı? Disiplinli ordu mu? En iyi taktiği gerçekleştiren taraf mı? Bu üç sorunun cevabı: Her zaman değil. 19.yüzyılın modern taktik bilgilerinden bîhaber olan Güney Afrika’daki Zuluların, gerek teknolojik gerekse disiplin açısından üstün taraf olan İngilizlerin Güney Afrika’daki birliğini imha etmesi bütün hesaplarımızı bozuyor.

Ben mushafı hatmettim, o ve’l-Leyli'de kaldı

“  Mecnun ile bir mektebi-i aşk içre okurduk Ben mushafı hatmettim, o ve’l-Leyli'de kaldı  ” [1] Eskiden bir konu hakkında uzun uzun sayfalarca yazı yazmaktansa şiir yazmak daha makbulmüş. Yüzyılların birikimi olan yüzlerce sayfa bilgiyi şairler iki mısrada özetlermiş. Kâğıdın ve okuma yazmanın az olduğu zamanlarda şiir, genç-yaşlı, zengin-fakir, avam-havas (elit) demeden herkese ulaşırmış. İnsanlar da bilgileri ölçeğinde bu kolay ezberlenir şiirlerden çeşitli anlamlar çıkarırlarmış. Yukarıdaki beyit de böyle şiirlerden... Ünlü Şair Fuzulî, yukarıdaki beyitte sözü kısa ancak öz söyleyerek bir taşta birkaç kuş vurmuş. Hz. Ali’nin “İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı” sözüne binaen biz de cahillik edip kısa ve öz olan şiiri çoğaltalım. Şiir ilk okunduğunda, Şair Fuzulî, kendisinden daha şöhretli bir kimse olan Mecnunla aynı mektebe gittiklerini, kendisinin çoktan mezun olduğunu ancak Mecnunun bir dersten kalıp okulu uzattığını anlatıyor. Ama beyitin derinleri...

Yeni Bir Denklem

Var olan bütün sorunları çözmeye yarayan bir denklem kursak, denklem ortaya çıkana kadar var olmuş eski zamanın tüm birbiriyle kavgalı güçleri kutsal bir ittifak’a girişip, bu bütün sorunlarımızı bir bir çözen denklem ile savaşa girişecekler. Oysa durup düşünseler, inceleseler bu denklemi, görecekler tüm sorunların tek tek halledildiğini. Muhalefet etmelerinin ve mukavemet göstermelerinin sebebi ise akşam yatağa girip uyumak istemeyen, sabah da bir türlü kalkıp işe gitmek istemeyen kişinin durumu ile aynı

On boyutlu sinemalar ve Gerçeklik

Son iki üç yılda ülkemizde, hepimizin az çok bildiği,  10 boyutlu sinemalar türedi. Ben de bir tanesine keşif amaçlı gittim. Salona girdiğimde beni genelde pek de alışık olmadığım türde bir koltuk bekliyordu. Zira koltuk Lunaparklardaki "balerin, gondol, kamikaze, crazy dans"ların tehlikesini azaltmak için kullanılan türde bir koltuktu. Sadece 10 dakika sürecek film başladığında 10 boyutun kerametini üç aşağı beş yukarı anlamaya başladım: 3 boyut gözlüğün verdiği görüntü, ses, hissetme (mesela yağmur), koku, zaman, 7-8 Eksenli teknolojik koltuk... Koltuğa oturduktan 3-4 dakika sonra yavaş yavaş koltuğunuzdan alınıp filmin bir parçası olmaya başlıyorsunuz. Türlü türlü çiçeklerin var olduğu bir bahçenin içinden geçerken burnunuza gelen çiçek kokularıyla, yağmur yağarken su zerreciklerinin yüzünüze çarpmasıyla ıslanmış hissini verip, oynar koltukları sayesinde izleyiciye heyecanı ve aksiyonu yaşatıp sizi bambaşka dünyalara götürdüğünde içimden dedim ki, “az önce ...