Ana içeriğe atla

On boyutlu sinemalar ve Gerçeklik



Son iki üç yılda ülkemizde, hepimizin az çok bildiği,  10 boyutlu sinemalar türedi. Ben de bir tanesine keşif amaçlı gittim. Salona girdiğimde beni genelde pek de alışık olmadığım türde bir koltuk bekliyordu. Zira koltuk Lunaparklardaki "balerin, gondol, kamikaze, crazy dans"ların tehlikesini azaltmak için kullanılan türde bir koltuktu. Sadece 10 dakika sürecek film başladığında 10 boyutun kerametini üç aşağı beş yukarı anlamaya başladım: 3 boyut gözlüğün verdiği görüntü, ses, hissetme (mesela yağmur), koku, zaman, 7-8 Eksenli teknolojik koltuk...


Koltuğa oturduktan 3-4 dakika sonra yavaş yavaş koltuğunuzdan alınıp filmin bir parçası olmaya başlıyorsunuz. Türlü türlü çiçeklerin var olduğu bir bahçenin içinden geçerken burnunuza gelen çiçek kokularıyla, yağmur yağarken su zerreciklerinin yüzünüze çarpmasıyla ıslanmış hissini verip, oynar koltukları sayesinde izleyiciye heyecanı ve aksiyonu yaşatıp sizi bambaşka dünyalara götürdüğünde içimden dedim ki, “az önce bu koltuğa oturduğumu hatırlamasam tüm bu gördüklerimi gerçek sanırdım” .


Sinemadan çıktığımda bu efsunlu gösterinin etkisinde kaldığımdan mıdır nedir, zihnimde ‘gerçeklik nedir?’ sorusunu sormaya başladım. Gözümüzle gördüğümüz, sesini duyduğumuz, hissedebildiğimiz, kokusunu aldığımız kısacası 5 duyu organıyla algıladığımız her şey “gerçek” midir? Gerçekse az önce 10 boyutlu sinemada izlediğim 10 dakikalık film de gerçek olurdu. Öyle olmadığına göre ‘gerçeklik’ tanımını tekrardan gözden geçirmek gerekiyor.



Gerçeklik nedir?



Matrix filminde Morpheus Neo’ya Gerçekliği anlatırken şöyle söylüyor:”Hiç gerçek olduğuna emin olduğun bir rüya gördün mü Neo? Bu rüyadan hiç uyanmasaydın, rüya âlemiyle Gerçek Dünya arasındaki farkı nasıl anlardın?”

Ardından Neo’ya 1999da yaşamadığını aslında 2199larda olduğunu, 99’da yaşadığını sandığı yerin sanal bir dünya olduğunu, bunu da insanların icat ettiği ancak yapay zekâ ile kontrolümüzden çıkan robotların, insanlardan -bir nevi intikam almak için- enerjilerini alan bir santralin ve onun bir parçası olan ‘matrix’ adında bir bilgisayar programı vasıtasıyla yaptıklarını anlatır.


Ya eğer biz de -Neo’nun yaşadığı bir dünya gibi olmasa da- gerçeklerin örtüldüğü bir dünyada yaşıyorsak ve bir türlü uyanamıyorsak...


Gerçeklik algısı çok uzun yıllar evvel insanın zihnini kurcalayan kavramlardan biri olmuştur. Ne yazık ki tam olarak tanım yapanı bulamadım. Herkes tanımı sorguluyor. Gerçek sandıklarımızdan daha gerçek olanı anlatıyor.




Cemil Meriç, Platon’un ‘Devlet’ adlı kitabında değindiği mağara metaforunu Mağaradakiler adlı kitabında özetlemiş. Komik olacak ama, ben de bu özetin bir özetini daha çıkardım:

Bir mağara düşün dostum: Karanlık bir yeraltı mağarası. Orada insanları düşün kaç nesildir oradalar... Ellerinden, ayaklarından, boyunlarından, kelepçe vurmuşlar hareketleri kısıtlı. Bu insanlar mağarada doğmuşlar, mağarada gülmüşler, mağarada ağlamışlar. Aydınlık nedir unutmuşlar. Dışarıdan biri gelip konuştuğu zaman gölgeler konuşuyor sanırlar. Onlar için tek gerçeklik vardır: Gölgeler...

Diyelim ki esirlerden birini mağaranın dışına çıkardık: Ona gerçeği gösterdik. Güneşi, ayı Yıldızları, ormanları, tarlaları, dağları, denizleri, ovaları ve diğer insanların yaşamlarını gösterdik. Aydınlığa ilk çıktığında gözleri yanacak. "Ömür boyu gördüklerin hayaldi. Şimdi gerçekle karşı karşıyasın" denilse o kişi önce ‘gerçeğe’ muhalefetlik edecek, karşı çıkacak hatta küfredecek... Ama sonunda o da anlayacak gerçeği.


Sonra bu adamı gördüklerini anlatması için mağaraya göndersek: Ona deli diyecekler, sövecekler, dövecekler, alay edecekler: "Sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin arkadaş! Saçmalıyorsun, biz yerimizden çok memnunuz. Bizi buradan çıkaracakların vay haline" diyecekler.


İşte biri gerçeğin, gerçeklik kavramının ne olduğunu bulsa, tam bir tanımını yapsa ve dese ki “bu dünyada gördükleriniz, daha doğrusu size gösterilenler, çocukluğunuzdan beri size öğretilenler ve hatta 5-10 nesildir analarınıza babalarınıza amcalarınıza teyzelerinize halalarınıza ninelerinize dedelerinize anlatılanlar tam olarak gerçek değil” dese. Başına gelmedik kalmaz. Çünkü insanlar tüm eksiklikleriyle kendilerini yaşatıldıkları bu dünya ile tanımlamış. Onun gerçekliği olmuş dünyası. Bu yüzden kimse tanım yapmamaya özen göstermiş. Gerçeklik sadece sorgulanmış. Onu kişinin kendisi bulması gerektiği mesajını vermişler.


Son olarak 10 boyutlu sinemaya gittiğinizde eğer beğenmediyseniz (gerçi beğenilmeyecek bir şey yok ama insanlık hali) sakın kalkmaya çalışmayın. Zira ağzını burnunuzu dağıtma ihtimaliniz var, sabrediniz 10dakika sonra zaten çıkacaksınız

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben mushafı hatmettim, o ve’l-Leyli'de kaldı

“  Mecnun ile bir mektebi-i aşk içre okurduk Ben mushafı hatmettim, o ve’l-Leyli'de kaldı  ” [1] Eskiden bir konu hakkında uzun uzun sayfalarca yazı yazmaktansa şiir yazmak daha makbulmüş. Yüzyılların birikimi olan yüzlerce sayfa bilgiyi şairler iki mısrada özetlermiş. Kâğıdın ve okuma yazmanın az olduğu zamanlarda şiir, genç-yaşlı, zengin-fakir, avam-havas (elit) demeden herkese ulaşırmış. İnsanlar da bilgileri ölçeğinde bu kolay ezberlenir şiirlerden çeşitli anlamlar çıkarırlarmış. Yukarıdaki beyit de böyle şiirlerden... Ünlü Şair Fuzulî, yukarıdaki beyitte sözü kısa ancak öz söyleyerek bir taşta birkaç kuş vurmuş. Hz. Ali’nin “İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı” sözüne binaen biz de cahillik edip kısa ve öz olan şiiri çoğaltalım. Şiir ilk okunduğunda, Şair Fuzulî, kendisinden daha şöhretli bir kimse olan Mecnunla aynı mektebe gittiklerini, kendisinin çoktan mezun olduğunu ancak Mecnunun bir dersten kalıp okulu uzattığını anlatıyor. Ama beyitin derinleri...

Odin’e Hamdolsun Vikingler Varolsun !

Askerliğini yapanlar bilir peygamber ocağında ezan sesi duyulmaz. Büyük birliklerde vardır elbet, küçük bir mescid, ama ezan okutmazlar. Yemek duası yaptırılır, o da muhtemelen NATO dan dolayı… Duada (Tanrımıza Hamdolsun / Milletimiz Var olsun / Afiyet olsun) Allah denilirse dua baştan alınır, ta ki Tanrı denilene kadar. Çünkü Allah kelimesi Arapça! Doğudan gelen ne varsa hepsi gericilik alametidir ve kullanılması kat’iyyen yasaktır. Atanın yolundan bid’attır.

Gizli ırkçılık: Evrim

Evrim, başta Naziler olmak üzere seküler dünyanın jargonlarından. İnsanların kardeş olmayıp rakip türler olduğunu anlatan faşizan bir gerekçe. Nazi Almanya’sı yeniden şekillendireceği dünyada, Arî ırk yaratmak adına işgal ettiği topraklarda insanların kafatası ölçülerini ve özelliklerini araştırırmış.