Ana içeriğe atla

Zamanın Değişimine Uyum Sağlayan Yapı: Ayasofya

 




GİRİŞ


İnsanoğlu zamanın başlangıcından beri kalıcı yapılar inşa etmeyi arzuladı. Yangına, Depreme, Sele, kuvvetli rüzgârlara (hortumlara) kısacası doğal afetlere ve yıpranmaya -yani zamana- dayanıklı yapılar inşa etti: Kaleler, Kuleler, Anıtlar, Hanlar, Hamamlar, Saraylar, Kervansaraylar… Ama insanoğlu bu yapıların en dayanıklısını ve en güzelini hayatta kalmalarına olanak sağlayan ve zaferlerini bahşeden Tanrısına sadakatini bildirmek için yaptı. Dünya üzerinde kalıcı eser deyince akla ilk gelen yapılar, Mabetlerdir. Hangi dinden olursa olsun, Kapitalizm çağına gelene kadar insanoğlu inşa ettiği en görkemli yapılar, dini yapılar olmuştur. Bunların arasında ise zamana ve değişime ayak uyduran ender dini yapı şüphe götürmez Ayasofya’dır.

 

DEĞİŞEN ZAMAN VE AYASOFYA

 

Ayasofya, Rumcada “Kutsal Bilgelik” veya “ilahi hikmet” manalarına gelir. Bu adı alması da Justinianus devrindedir. [1] Roma öncesi dönemde Evliya Çelebiye göre Mabed ilk olarak paganların tapınağıdır. [2] Uzun yıllar sonra İmparatorluğu Hristiyanlıkla ihya eden Büyük Konstantin ve oğlu zamanında şehre büyük bir kilise inşa edilmiştir ve bu kiliseye “büyük kilise” anlamına gelen “Megalia Eklisia” denilmiştir. [3] 34 yıl yapımı süren bu kilise, daha sonraları 404 yılında İmparator Arkadius’un (395-408) eşi Evdoksia’nın Ayasofya önüne gümüş kaplamalı bir heykelinin dikilmesi üzerine çıkan ayaklanmada, kilise büyük ölçüde yıkılmıştır. Kilise II. Theodosius başa geçene kadar öylece kaldı ve 415 yılında değişime uğrayarak tekrar açılmış ve 532 tarihine dek şehrin en büyük kilisesi olma özelliğini korumuştur. [4]

 


Doğu Roma’da Hipodrom, hem at yarışlarının düzenlendiği halkın eğlendiği bir alan hem de siyaset arenasıydı. Maviler ve Yeşiller olarak ikiye bölünmüş takımlar yarışları kazanmak için ölümüne mücadele verirlerdi. Maviler aristokratları yeşiller ise esnaflar, çiftçiler gibi çalışan sınıfı temsil ederdi. Tahta geçen her yeni İmparator bu iki takımı birbirine karşı rekabetinden yararlanarak otoritesini pekiştirirdi. 527 yılında imparator olan Justinianus da Tahta geçene kadar mavileri destekleyip onların gücünden faydalanmıştı. İktidara geldiğinde ise mavilerin otoritelerini kısıtlayıp halk üzerindeki otoritelerini azaltmaya başladı. Roma imparatorluğunu yeniden ihya etmek amacıyla Batıdaki fetihleri finanse etmek adına konulan ağır vergiler halkı yani yeşilleri karşısına almasına neden oldu. Justinianus, Batıdaki seferlere odaklanması ile Konstantinopolis’i ihmal etmesi halkın her kesiminden insanı öfkelendiriyordu. Gitgide artan gerilim 532 yılında patlak buldu ve Büyük Nika İsyanı başladı. Şehrin büyük bir bölümü yağlamandı, ateşe verildi. Büyük kilise “Megalia Eklisia” tarumar oldu. Bir an İmparator isyanı bastıramayacağını düşünerek şehri terk ediyordu ki Eşi Theodora’nın kararlığı komutanlarının ve diplomatlarının becerisi ile isyan kanlı bir şekilde bastırıldı. Yıkılan kilise yerine görevlendirilen mimarlar Aydınlı Anthemios ile Miletli İsidoros 39 gün sonra inşaata başlamış ve 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Londra’daki St. Paul 20, Paris’teki Notr Dame Kilisesi 75 yılda tamamlandığı düşünülürse bu ölçekteki bir kilise için Dünyada en kısa sürede tamamlanmış kilise unvanını hak etmektedir. [1] Evliya Çelebi inşaatın bu kadar kısa sürede yapılmasının nedeni olarak İmparator Justinianus’un (Evliya Çelebinin kendi deyimiyle Üntünyanoş) inşaatta bizzat çalışıp projeyi takip etmesi olduğunu nakletmiştir. [2] Binanın yapımında, İmparatorluğun dört bir yanından getirilen malzemeler kullanılmıştır. Marmara ve Afyondan getirtilen mermerler dışında Zeus Tapınağı, Mısırdaki Thessalien’den getirilen sütunlar, Trablusşamdan getirilen harçlar bunlara örnek olarak gösterilebilir. [5] 27 Aralık 537 yılında tamamlanarak ibadete açıldığında Justinyen Hz. Süleyman’ın mabedini kastederek şu sözü söylemiştir: “İşte, Süleyman şimdi seni geçtim.”

 


İstanbul’un başına gelen en büyük felaket 1204 yılında yaşanmıştır. Bitmek bilmeyen tamahkârlıkları ile Haçlılar, IV. Haçlı seferinde İstanbul günlerce yağmalamıştır. Büyük tahripten şehrin en büyük kilisesi Ayasofya da etkilenmiştir. Ayasofya’daki kutsal eşyalar hayvanlara süs olarak takılmış ya da kadeh olarak kullandırılmıştır. Şehir bu yağma sonucu bütün İhtişamını ve zenginliğini kaybetmiştir [6]. 

 


Peygamberimiz Hz. Muhammed’in övgüsüne mazhar olabilmek adına Müslümanların ilgi odağı haline gelen Konstantiniyye Araplar ve Türkler tarafından defalarca kuşatılmıştır. Müslümanların ikinci seferinde kuşatmanın 6 ay sürüp kışın bastırması ve Herakles’in Haraç vermeye ikna olması üzerine sefere katılan Sahabeden Ebu Eyyub El-Ensari, mahiyetindekilerle şehre girip Ayasofya’da iki rekât namaz kılmıştır. Ancak dönüş sırasında Hristiyanların sözlerini tutmayıp Müslümanlara ve onların komutanlarına saldırmaları neticesinde Ebu Eyyub El Ensari şehit olmasını aktarmaktadır. [2]




 

Yüzyıllar süren müselsel taarruzlar netice verir 1453’te Genç Sultan II.Mehmed İstanbul’un fethinden sonra ilk iş olarak doğruca Ayasofyaya girerek [7] halka eman vermiştir. Ayrıca yine ilk Cuma Namazı Ayasofya’da kılınır. 




Şapel, Kilise Katedral… Hristiyanlık geleneğinde üç farklı ölçek veya büyüklükle karşımıza çıkan dini yapıların İslamiyet’teki karşılıkları ise Mescid, Cami, Ulu Cami’dir. [8] Eser Camiye çevrildikten sonra kendisinden sonraki Cami mimarisine ilham olmuştur.

 

Osmanlı sultanları Ayasofya’yı korumak için gereken dikkati göstermişlerdir. Sultan İkinci Bayezid zamanında Fatih’in yaptırdığı minareye ek olarak bugün gördüğümüz tuğla minare yapılmıştır. II. Selim Ayasofya’ya minare ilave etmiş, Fatih Sultan Mehmet’in minaresi 1574 yılında Mimar Sinan’ın onarımı döneminde yıkılmıştır. 

 

II. Selim döneminde Ayasofya’da çevre düzenlemesine gidilmiş, Ayasofya’nın etrafı onu saran ve yapıya zarar veren evlerden kurtarılmıştır. II. Selim’in üzerinde Rumca ibarelerin bulunduğu dört mermer levhayı indirttiği ve bunların üçünün bu esnada kırıldığına dair bir rivayet vardır. Dördüncü levhayı babasının türbesi üzerine vaz ettirilmiştir. Restrorasyon işleri tamamlanmadan yeni bir deprem daha meydana gelmiş tamirat ancak III. Murad döneminde tamamlanmıştır. [7] 

 

Mimar Sinan eski dayanak duvarlarını yeniden ördürüp, yeni duvarlar ekleterek Ayasofya’yı çökme tehlikesinden kurtardı. Mihrabın yanındaki büyük şamdanlar ise Kanuni tarafından Budinden getirtilmiştir. [9]

 

Neredeyse her padişahın eklemeler ve düzenlemeler yaptığı Ayasofya‟da I. Ahmed, II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde geniş çaplı tamiratlar yapıldı. [10] 

 

Osmanlı imparatorluğu hâkimiyetinde camiye dönüştürülmüş gördüğü onarım ve güçlendirme çalışmalarıyla günümüze ulaşmış 1934 yılında müzeye dönüştürülmesinin ardından ciddi restorasyonlardan geçmiştir. 1986 yılında dış cephe rengi şimdiki rengine çevrilmiştir. 2020 yılına kadar müze olarak canlılığını devam ettirmesinin ardından yapı tekrar Camiye çevrilmiştir.

 


Ayasofya’nın bir diğer önemi ise şudur: Türklerin siyasi olarak dünyada söz sahipliğini Britanya İmparatorluğuna kaptırana dek veya başka bir deyişle tüm dünyaca Londra’daki Greenwich Rasathanesinin Sıfır Meridyeni kabul edilmesinden önce yüzyıllarca sıfır meridyeni Yerebatan sarnıcının önündeki milyon taşı ile Ayasofya’nın kubbesindeki hilalin ortasından geçtiği kabul ediliyordu.[11]

 


SONUÇ:

 

Ayasofya, Tapınaktan Katedrale ardından Ulu (Selatin) Camiye dönüşürken sosyal siyasi yapının değişimine şahitlik etmiş. Çevresindeki bu değişiklikler onu değiştirirken, o da çevresindekileri değiştirmiştir. Ayasofya’nın hikâyesi İstanbul’un olduğu kadar Roma Tarihinin, Türk Tarihinin, İslam Tarihinin, Mimarlık (Tarihi)’ın başlıca konuları arasındadır. 

 

Kendisinden sonraki yapılara ilham olmuş Ayasofya, görkemi ve ihtişamı sayesinde hangi dinden olunursa olunsun herkesin saygısını kazanmış. İbadethane, Ayasofya adını aldıktan sonra İnsanlar da onu yakıp yıkmak yerine değiştirerek kullanmayı tercih etmişlerdir. Ayasofya her dönemin gözbebeği olmuş, siyasi iradenin değişmesiyle niteliği de değişmiştir.

Sefa OĞUZ

Haziran 2020

 

KAYNAKÇA:

1-        Yüksel Burçin Nur, Zamansallığın Mimaride Karşılığı, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2017

2-        Evliya Çelebi Seyahatnamesi, YKY, Cilt1 Kitap 1, 2008

3-        Erkin Akan, Cumhuriyet Döneminde Ayasofya, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, 2008

4-        Aslan Ferhat, Ayasofya Efsaneleri, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2009

5-        Hasan Fırat Diker, Belgeler ışığında Ayasofya’nın geçirdiği onarımlar, Doktora Tezi, 2010

6-        Anıl Deniz, Tarih-i Konstantiniye ve Ayasofya, Yüksek Lisans Tezi, Siirt Üniversitesi, 2018 

7-        Hüseyin Sarı, Osmanlı Müelliflerinin Kaleminden Ayasofya’nın inşası, Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi, 2018

8-        Cündioğlu, Dücane. Mimarlık ve Felsefe Kapı yayınları, 2012. S.28

9-        Temel Britannica Ansiklopedisi 2.cilt, Ayasofya Maddesi

10-      Süleyman Dumanoğlu, Tarih-i Ayasofya, Feth-i Osmaniye, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2019

11-      Yakup Emre, Dünyanın Sıfır Noktası İstanbul Çalıştayı, İstanbul Aydın Üniveristesi, 2014

 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben mushafı hatmettim, o ve’l-Leyli'de kaldı

“  Mecnun ile bir mektebi-i aşk içre okurduk Ben mushafı hatmettim, o ve’l-Leyli'de kaldı  ” [1] Eskiden bir konu hakkında uzun uzun sayfalarca yazı yazmaktansa şiir yazmak daha makbulmüş. Yüzyılların birikimi olan yüzlerce sayfa bilgiyi şairler iki mısrada özetlermiş. Kâğıdın ve okuma yazmanın az olduğu zamanlarda şiir, genç-yaşlı, zengin-fakir, avam-havas (elit) demeden herkese ulaşırmış. İnsanlar da bilgileri ölçeğinde bu kolay ezberlenir şiirlerden çeşitli anlamlar çıkarırlarmış. Yukarıdaki beyit de böyle şiirlerden... Ünlü Şair Fuzulî, yukarıdaki beyitte sözü kısa ancak öz söyleyerek bir taşta birkaç kuş vurmuş. Hz. Ali’nin “İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı” sözüne binaen biz de cahillik edip kısa ve öz olan şiiri çoğaltalım. Şiir ilk okunduğunda, Şair Fuzulî, kendisinden daha şöhretli bir kimse olan Mecnunla aynı mektebe gittiklerini, kendisinin çoktan mezun olduğunu ancak Mecnunun bir dersten kalıp okulu uzattığını anlatıyor. Ama beyitin derinleri...

Odin’e Hamdolsun Vikingler Varolsun !

Askerliğini yapanlar bilir peygamber ocağında ezan sesi duyulmaz. Büyük birliklerde vardır elbet, küçük bir mescid, ama ezan okutmazlar. Yemek duası yaptırılır, o da muhtemelen NATO dan dolayı… Duada (Tanrımıza Hamdolsun / Milletimiz Var olsun / Afiyet olsun) Allah denilirse dua baştan alınır, ta ki Tanrı denilene kadar. Çünkü Allah kelimesi Arapça! Doğudan gelen ne varsa hepsi gericilik alametidir ve kullanılması kat’iyyen yasaktır. Atanın yolundan bid’attır.

Gizli ırkçılık: Evrim

Evrim, başta Naziler olmak üzere seküler dünyanın jargonlarından. İnsanların kardeş olmayıp rakip türler olduğunu anlatan faşizan bir gerekçe. Nazi Almanya’sı yeniden şekillendireceği dünyada, Arî ırk yaratmak adına işgal ettiği topraklarda insanların kafatası ölçülerini ve özelliklerini araştırırmış.